Overthinking A Lot

"Yüzüne söyleyemediklerimden bir kitap yazardım, yakmak için."

Tumblr da dolaşıyordum öylesine sonra bu alıntıyla karşılaştım. Son yazımın son kısmında da bahsetmiştim bir platonik aşk yaşıyorum diye e tabi bu yazıda beni oralara götürdü bir ilham böyle kendimi anlatma ihtiyacı ile buralardayım işte.

En iyisi size baştan anlatayım. Anlatayımda bir açıklamada yapmak istiyorum. En son 11.sınıfta böyle büyük bir platonik aşk yaşadım o da Bay Boğa idi. Tabii ki blogumun genel bir okuyucu kitlesi yok ama en yakın arkadaşlarım bilirler. Bakın arasından 3 yıl geçmiş bu işlerde paslanmışım bence.

Başlıyorum.

Geçen dönemin final dönemiydi. Kütüphanedeydim. Ders mi çalışıyordum? Hayır zaten ders çalışamıyorum ben kütüphanede masalar bana alçak geliyor (Evet sebebi bu). Ama mühendislik kitaplarının orada takılmaya da bayılırım kendimi zeki hissediyorum. Neyse mühendislik kitaplarının oraya giderken yerde rafların önünde elinde bir kitapla oturmuş bir çocuk gördüm. Hoş çocukmuş dedim. Deriz yani beğeniriz insanları her gün her insanın yapacağı bir şey. Sonra geri döndüm yerime. Kader ya 15 dakika sonra geçen sene çok sevdiğim saydığım bir arkadaşımın arkadaş grubundan çıkacakmış bu çocuk. Ve kader ya aynı gün içerisinde o arkadaşımla yeniden karşılaşacak dahasında çok alakasız bir erkek muhabbetinden onun ismini öğrenecek ve tanıştırılma ayarlanacaktı.

Ama şöyle bir şey var ki ben hep hoşlanacağım insanları okulun son dönemlerinde görürüm. 10.sınıfın sonunda Hush Hush ve Kazanova (nick namelerini halen hatırlıyorum)  geçen sene dönem sonunda Kelebek ve Bursalı(Bursalıyı şimdi kafadan attım çocuğın nick name'i yok bunu nasıl atlarım :o) ve işte final döneminin sonunda koca sömestrın başındada bu çocuk. Bu çocuğada nick name koymamışım tüüü yazıklar olsun.

Arkadaşım hevesli hevesli çocuğun bazı ayrıntılarını anlattı. Ama şöyle de bir şey var ben böyle durumlarda hayatta soru soramam, konunun üstüne gidemem filan hele de bir erkeğe hiç soramam. Yani kendi düşen ağlamasın tabii ama karakter meselesi soramıyorum.

Ama o günkü hevesimi unutamam. Yani sanki aradığım aşkı bulmuşum sanki herşey olmuş ve bitmiş sanki hani birisiyle ilk çıkmaya başladığınız günledeki mutluluğunuz olur ya benim o günkü o kadarcık şeyden mutluluğum o halin en az 1000 katıdır.

Abartırım güzel abartırım zaten başıma da iş ya merakımdan ya çabuk gaza geldiğimden ya da abartmamdan geliyor. Duygularımı çok abarttım. Enerjimi fazla kaçırdım. Hatta aynı gün ben falcıya bile gittim. Burcunu bilmiyorsak tahmin edemezmiş. E arkadaşımada çocuğun doğum günü ne acaba diyede soru soramazdım filan yalan oldu o fal işi de.

O akşam işte arkadaşımla konuştuk. Sömestra girdik buluşuruz dedi. Sonuç BU-LU-ŞA-MA-DIK. Nedenini 3 hafta önce öğrendim çünkü konuştuğu biri varmış o sıralar çocuğun. Ama düşün tam 2 ay ben bekledim. Arkadaşımı her gördüğüm yerde gizli hesabıma bazı kötü tweetler attım :D Ama yok yok yok. Haber yok. Konusunu açmak yok. Tam 2 ay bunu yaşadım diyemiyceğim çünkü sömestrın sonunda gerçekten ruh eşimi bulup onu kaybetmenin travmasını yaşadım.  O yüzden o sıralar o çocuk aklıma sadece kaybettiğim bir başka erkek açısından söylendiğim birisiydi.

Okul başladı. Ruh eşi travmamı bir anda ağır yaşamak yerine zamana bölme kararı aldığımdan melankolik bir şekilde yaşıyordum. Benim en sevdiğim ama en sevmediğim bir özelliğim en kötü anlarımda bile mutlaka acıma bir saniye bile olsa ara verip gülmemdir. Allah ağlatmasın ama bu cozutukluk aşırı bence. Arada pasiflora filan verin bana.  Neyse. Bu dönemki ders programım onların ders programıyla aşırı benzer daha doğrusu zamanları aşırı benzer. Sabah, öğle akşam. Zaten haftanın 3 günü okula gidiyorum ama özellikle ringlerde sürekli görüyorum. Genel tepkim ise arakdaşıma "Aaaaa naber arkadaşım(arakadaşımın ismiyle hitap ediyorum burada tabii ki arkadaşım demiyorum) iyiyim ya sen nasılsın ay evet derslerde zor" şeklinde ama enerjik. Bu sırada twitterda saydırmak tabii ki boynumun borcuydu. Ve genelde tabiiki arkadaşımın yanında o çocukta vardı. Ya ben çocuk demek yerine nick name koyuyuorum sevdiğim bey diyeceğim çünkü komik yani çocuk değil. Evet arkadaşımın yanında sevdiğim beyde oluyordu ama ben konuşmalarımı belli bir mesafede onlara yaklaşmadan yapmaya çalışıyordum. Çünkü şartlar el vermiyordu. Kalkıp arkadaşımla konuşmak için ringin en önünü bırakıp en arkasına neden gideyim ki?

Enayilik olurdu. Çok defa çocuğu bana bakarken yakaladım ama hiçbir şey demedim. Daha doğrusu o zamanlar bir teorim vardı arkadaşlarıma diyordum ki "Bence arkadaşım sevdiğim beye beni söyledi ve sevdiğim bey beni beğenmedi. O yüzden arkadaşım bana buluşma olayını bir kez bile açmadı." arkadaşlarımda bana saçmalama Damla ne alaka yani diye geçiştirdi. Ama ben öyle olduğuna emindim. Zaten bizim gruptaki ardaşımda sömestrda sormuş oa neden damlayı buluşturmuyorsun diye o da demiş işte "Konuştuğu birisi var " diye.Sonra bu teorimin tam bir hafta sonrasında arkadaşım bana resmen boş musun erkek arkadaşın var mı diye sordu.(***** Şu an bir şey fark ettiniz mi? Ben ettim. Ay Allah'ım bu sevdiğim bey benim sevdiğimi biliyorsa ve bu kadar karşılaşmanın üstüne şey ettiyse yaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa. Beni beğenmiş olabilir mi??????????????????????????????? Bence abartmayayım devam ediyorum. )

Bende tabii ki yalnızdım ve tabii ki yok dedim ama tabii ki şu soruyu da sormalıydım "Hani onun görüştüğü biri vardı?" cevabım içler acısı kızlar buraya kadar okuduysanız bunu da okuyun çünkü erkekleri anlayamamızda ki bir etken burada "Görüştüğü ile konuştuğu arasında bir fark varmış o da biriyle konuşuyormuş o amanlar." Ya resmen kandırılıyoruz ayak üstü daha da birşey demem ben. Neyse buluşma ayarladık ama tabii ki şöyle bir şey var o kadar zaman geçmiş hiç hevesim yoktu.Yani cidden hevesim yoktu.

Hiç konuşmadı desem yeridir. Ki bende hiç konuşmam. Konuşursam da salaklaşırım. Ve konuştuğumda da salaklaştım. Hele tavla oynarken. Allah'ım ya dünyanın en mal insanıydım. Oracıkta ölsem yeridir. Ve evet tavla oynadık ve evet tam oracıkta onun oyuncu kişiliğini ve dünyanın en derin bakışlı gözlerine vuruldum. Vuruldum diyorum çünkü o andan sonra sadece o gözleri düşüneceğimi biliyordum. Ve öyle de oldu. O andan itibaren hayata paranoyak bir bakış açısıyla da baktım bu arada. Çünkü her şey belirsiz. Konuşmadı ne düşündü ne düşünmedi beni beğendi mi beğenmedi mi. İçimdeki kibirli kız ayrı hayalci kız ayrı gururlu kız ayrı mantıklı kız ayrı konuşuyordu.

 O günden sonra karşılaşmadığımız bir Allah'ın günü oldu onun dışında paso aşk tesadüfleri sever gibiydi. Kaderi kandırıp ta karşılaşmış ayakları yaptığım günde oldu kadere bırakıp karşılaştığım günde oldu.

Onun o harika günaydın deyişini de hiç unutmayacağım o gülümsemesini de o bakışlarını da.

Zaten en çok üzüldüğümde yine hiçbir şey yaşamadan birini bu kadar çok sevmem. Yani neden seviyorum? Neden sonucunun bir hiç olduğunu bildiğim birini seviyorum.

Buraya bu yazıyı yazabilmem ve paylaşmam zaten aramızda hiçbir şey olamayacağını bildiğim güven ile. Ama adını yazmamam ise Allah'a ettiğim dualar belki birgün kabul olur ve bana belki gerçekten verilir diye umutlarım yüzünden.

Umut bizim aslında en büyük düşmanımız. Çünkü umut yüzünden bu kadar kendi kafamda küçük düşmem ve onu kafamdan atacakken ama ya gelirse ya Allah dualarını kabul ederse diye beklettiriyor. Evet kafamdan atmayı düşünüyorum. Nasıl birini bu kadar çok sevdiysen atıyorsun diyecekseniz? Hayır atmıyorum aslında beynimin derinliklerine iteliyorum. Tabii ki ilk yanlız olduğum anda veya konusu açıldığında o derinlikten süper bir hızla çıkıyor ve yine herşeyi yaşıyorum.

Tavlanın ertesi günü sabah yine karşılaştık ama durum gereği onun tarafına konuşamadım bir günaydın diyemedim tam 2 dakika boyunca evet bu içime oturdu. Ama o buna rağmen dünyanın en güzel günaydınını ilk müsait zamanda söyledi. Kendimi şöyle düşünürken buldum. Demeyedebilirdi ya da der idi ama normal de söyleyebilirdi. Ama coşkuluydu o. Sonra ortak dersimizin ders notlarını istedim filan falan sonra küçükte olsa zaman geçirmemize yardımcı olabilecek şeylere zemin hazırladım.

 Bu kadar zaman geçti. Yarın tam 3 haftadır tanışıyor olacağız ama bana nasılsın iyi misin diye bir kere sormadı. Ve ben biliyorum ki boşuna umut ediyorum boşuna kurguluyorum. Küçük şeylerden boşuna anlam çıkarıyorum ya da olamayan şeyleri sanki varmışçasına bağlıyorum.

Bu 3 haftada çok karşılaştık ve evet hepsi ayak üstüydü ama nasılsın diyebilirdi. Allahtan içimde mantıklı bir tarafta cazgırda kendimi hayallerle boğmuyorum. Ve birşeylerin olma ihtimalinin küçük olduğunu biliyorum.

Tanrı kelamdır. O yüzden hiçbir şeye kesin demeyein ya da bu sondu ya da hiç demeyin. Öyle olur. Sonra üzülen yine biz.

http://digitalchocoolate.tumblr.com/post/110669032181



OF OF OF.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Velhasıl ziyan olduk ziyadesiyle

Benim Bura Afet Yeri*

Veronika Ölmek İstiyor - Paulo Coelho